Türkler ve Şamanizm

samanlar-kimdir-ne-yerler-ne-icerler_780x515-1

Soru: Türkler’in Şamanist olmadığını iddia ediyorsunuz ve “İslâm’dan önce Türklerin dini”ni Töre kavramıyla açıklıyorsunuz?

Sait BAŞER:

Ne olmadığını söyledikten sonra, ne olduğunu söylemek boynumuzun borcu. Çalışmalarımda Kök Tanrı’nın özellikle­rini inceledim. Tek Tanrı olduğu kesin. İslâm’daki tarifleri esas alarak araştırdım. Esmâü’l-Hüsnâ’daki tarifleri eski kaynaklarda aradım. 99 es­ma, 13-14 zâti subûti sıfat… Ve şunu gördüm: Bunların çok büyük bir kısmı hem kavram olarak, hem terim olarak var. el-Hâlık karşılığında ‘Tö- rütken’; el-Aziz karşılığında ‘Küşüş’; Kıdem karşılığında ‘Bayat’; Beka karşılığında ‘Mengü (Bengü)’ tabirleri var. el-Cabbar, Esmâü’l-Hüsnâ’da “Dilediğini zorla bir araya getiren” anlamın­dadır. Göktürk’ten kalma Irk Bitik adlı kaynakta: “Tanrı kırılanları birleştirir, yırtılanları onarır” di­ye bir tabir var. Esmaü’l-Hüsna’dakine benzer bir şekilde yırtılan, kırılan, dağılan şeylerin Tanrı’nın gücüyle bir araya getirildiği belirtiliyor. Terimi yok belki; ama tarifi var. Mükemmel bir “Tanrı” inanışı var.

Neden Türklere Şamanistlik yakıştırılır? Bunun kaynağını oryantalist zihniyetin eseri olarak görüyorum. Radlof’un vaktiy­le Sibirya’da yaptığı araştırmalar bu fik­rin yerleşmesine yolaçtı. Yakutlar üzeri­ne yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar, sanki tüm Türk coğrafyalarında mevcutmuş gibi genellendi.

İlâh anlayışı, ona bağlı olarak doğan dinî siste­min teşkil ettiği piramitin tepesindedir. O ilâh an­layışına göre din oluşmuştur. Eski Türkler’in ahlâ­kî tutumlarına, hayat tarzlarına baktığımızda çok ilginç şeyler görüyoruz. Domuz yemiyorlar, yi­yenleri küçümsüyorlar. Moğollar’a “Tonguzlar” diyorlar. Çünkü Moğollar domuz yerlermiş. Zina ağır bir suç. Aile hayatı son derece muhkem. Se­nede bir yapılan ve zekata benzeyen “Han-ı Yağ­ma” geleneği var. Son derece gelişmiş bir devlet fikri var. Devletin merkezine Ötüken diyorlar. Ötüken, “Dua yeri, niyaz yeri” anlamına geliyor. Dua ettikleri bir mabed yok. “Dua nedir?” dediği­mizde, insanlığa hizmet anlamına geliyor. Hizmet ve ibadet kavramlarını ayrı kabul etmiyorlar. Devlete hizmet etmeyi, onun tebâsına hizmet et­meyi ibadet sayıyorlar. Bu yüzden Ötüken diyor­lar.

Devlet kelimesinin karşılığı: İL… İl, huzur an­lamına geliyor. Bu kavramlar rastgele değil, bir düzene tâbi. Bu kavramlar, kendi içlerinde belli bir sistemin, belli bir hiyerarşinin parçaları. Bun­lar içinde çelişki taşımaz. Bunlardan hareketle, bu Tanrı inanışı ve ahlâkî düzen bir din çerçevesinde edinilmişse bu ne olabilir? Bunun anahtarı Kutadgu Bilig’de. Yusuf Has Hâcip 1069’da yazdı. Kitabın yazıldığı dönemde çevredeki Türkler müslümandır. Fakat kitabın konusu, töre, kut, ir­fan ve akıl kavramları arasındaki ilişkileri açıkla­mak üzerinedir. İki talî kahraman var. Bunlar Kumaru (miras, öğüt) ve Küsemiş (özlem, hasret) tir. Kut ve töre gibi kavramlar orjinal Türk kav­ramları. Kutadgu Bilig’deki bu kavramları alıp İs­lâm öncesindeki Orhun Kitabeleri’ndeki anlamlarla karşılaştırdığımızda çelişik bir durum gör­meyiz. Yusuf Has Hâcip’in Töre’ye verdiği anlamla Bilge Kağan’ın verdiği anlam aynı. Töre’yle ilgili olarak Kutadgu Bilig’den çıkarabileceğimiz hüküm, “İslâm etkisindedir” diyerek göz ardı edebileceğimiz bir hüküm değildir. Yusuf Has Hâcip eserine başlarken bir giriş bölümünden sonra kahramanlarını tanıtmış, isimlendirme yapmış. Sonra da kitabının bu isimlendirme ve semboliz­minin göz ardı edilmeden okunmasını hassaten is­temiş. Kahramanlar arasındaki ilişkiyi anlamaya çalıştık. Töre’yi hükümdar rolünde teşhis ediyor, bir şahsiyet veriyor ve güneşle ifade edilen bir isim (Küntogdı) veriyor. Ilerki bölümlerde de Tö­re’yi hep güneşle teşbih eder. Kut’a da vezir rolü veriyor. Onu da ay sembolize ediyor ve ismini böyle (Aytoldı) veriyor. Kut’un oğlu olarak Akıl’ı koyuyor. Bu dört kahramanın mahiyeti irfan, hak bilgisi. Gezegenleri sıralıyor giriş bölümünde. Ge­zegenlerin belirli bir yörüngede döndüğünü biliyor. Ay’dan bahsederken de “Tüm gezegenlerin altın­da ay dolaşır ve güneşle karşı karşıya gelince dolu­nay olur” diyor. Yani ayın ışığını güneşten aldığı­nı biliyor.

Kut kavramı Türkçenin bilinen en eski keli­melerinden biri. Kut kavramını Tanrı’yla ilişkilendirirler. Kutadgu Bilig’de Kut’un görünür hâle gelmesini Töre’ye borçlu olduğunu görüyoruz. Tanrı Kut verirken ancak Töre’ye riayet edenlere veriyor. Kut kazanmanın şartlarının tamamı Tö­re’ye riayet, yani Töre hükümleri. Tanrı’yla Töre arasında bir ilişki var. Tanrı’nın ortaya koyduğu sistemdir Töre, yani dindir. Töre’nin sadece beşe­rî bir sistem olmadığına dair o kadar çok bilgi var ki.

Türk kimliğinde Töre’nin büyük bir tesiri var­dır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar Kök Türk haricinde Türk ismini taşıyan devlet yoktur. Türk kelimesi bir ırk iddiası taşımıyor. Bir sıfat olarak kullanılıyor. Fakat Türk ve Töre keli­meleri arasında önceki etimolojiler dolayısıyla kurulan bir ilişki var. N. Sami Banarlı, Fuat Köp­rülü ve Ziya Gökalp’te bunu görebiliriz. Türk ke­limesinin Töre kelimesinden geldiğini, Töre’ye uyan anlamına geldiğini söylediler. Tamamen yanlış değil, ama eksik. Neden eksik? Töre’yi sa­dece bir devlet hukuku olarak görmelerinden do­layı. Sadece devlet hukuku değil, yaratılış hukuku, türeyiş hukuku. Türk kelimesi çok kuvvetle muh­temel ki, bir ırk adı olmayıp, Töre’ye intisab edenlerin sıfatıdır. Yani bir dünya görüşüne mensubiyet anlamına gelmektedir. Türk kimliği sadece soy-sop değil, belli bir kültürel muhteva­ya dahil olmak, onu anlamak şeklinde algılanma­lıdır. Ama bu tartışılmaz bir gerçek olarak sunulamaz. Buna inanıldığı ispatlanır, ama inancın doğruluğu ispatlanamaz. Zira iman bir ispat konusu değildir. Buna inanıldığı, bu inanışla bir ta­rih vücuda getirildiği doğrudur. Türk kavramını bir ırka dayandırmıyorum. Ama soylarını Türk olarak kabul eden insanların “Peki bizim soyu­muz ne?” diye bir soru soracaklarını da biliyo­rum. Biz, tarih bakımından soyu en belli toplu­muz. Türklüğün dünya görüşü anlamına gelmesi, soyumuzun bilinmediği anlamına gelmez. Bizim bir soy problemimiz yok ki. Eğer Türklüğü bir soy olarak lanse edersek, sorun var demektir. Çünkü bu tarihî gerçekliğe de uymuyor.

Dr.Sait BAŞER

Tüm Gönül Dostlarıma Sevgilerimle

Tasavvuf ve Bilim

06 Ağustos 2016 tarihinde Bilim, Tarih, İslam içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin. Yorum yapın.

Yorum bırakın