Blog Arşivleri

Varlık ve Yokluk

Untitled-1

Varlık ve Yokluk

Varlık kelimesinin en zengin ve en derin anlamına Arapçada rastlamaktayız (ve-ce-de) fiilinden gelmektedir, Vücud, vicdan, vecd ve vücd mastarlarını üreten (ve-ce-de)‘nin anlamı, bulmaktır.
Vücud kavramının diğer manası da, beş duyu ile idrak edilen, bulunan ve belirlenen şey demektir. Bu anlamda beş duyu vasıtasıyla algılanan şeyler vardır, diyebiliriz. Halbuki beş duyu ile bilemediğimiz, ama akla göre var olan varlıklar da vardır.

Bu yazının geri kalanını okuyun

SÖMÜRGECİLİK VE ANTROPOLOJİ

malinowski-1024x599

SÖMÜRGECİLİK VE ANTROPOLOJİ

Antropoloji, Avrupa’nın imal ettiği bir ‘bilgi dalı. Kelime hem İslâm düşüncesinin hem de Osmanlının yabancısı. Çağdaş antropologlara göre, sosyal antropolojinin tarifi; insan toplumlarının ilmi. Ama tarih gösteriyor ki, bu toplumlar incelenirken boyuna ad değiştirmişler; İlkel, yabanî, arkaik, geleneksel. Bu vasıfların hepsi üçüncü dünyanın bütünü veya parçaları için kullanılmış. Üçüncü dünya konuşmamış şimdiye kadar, bu sessizlik döneminden yeni yeni çıkıyor» Yani kıtalar arasında bir diyalog olmamış. Üçüncü dünya neresi? Batının sömürgecilik iştihanı kabartan geniş ve dağınık bir ülkeler bütünü.

Antropoloji, Avrupa dışı toplumların belli tarihi şartlar içinde yorumu idi, onun ilkel, geleneksel, yabani, arkaik diye damgaladığı toplumların ortak özelliği: sömürgeleşmiş olmak. Çok defa sömürge olmağa elverişli oldukları için ilkellikle damgalandılar. Antropolojinin sömürgecilikle ilgisi, üçüncü dünyanın sömürgelikten kurtuluşu ile belli oldu açıkça. Sömürgeci emperyalizmle antropoloji çağdaş. İkisi de ondokuzuncu asrın ikinci yarısında doğdu. Bunun içindir ki evrimci antropoloji müspet bir ilimden çok Batı’nın çıkarlarım maskeleyen bir ideolojiydi.

Türk aydını, bu yeni ilimle uzun zaman ilgilenmemiş. Neden ilgilensin? Antropolojinin konusu da değil: başka kavimlere yutturmak istediği yalanlar da yok. Antropoloji çok yakın bir dönemde üniversitelerimize kabul edildi ama hangi merhalelerden geçtiğini, hangi cinayetlere gerekçe diye kullanıldığını hâlâ bilmiyoruz.

Şöyle diyelim: önce Viktorya çağının emellerini dile getiren bir antropoloji var. Bu dönemde alan inceleyen ile nazariyeçi kendi toplumları ile kaynaşmış kimselerdi. Hakikati araştırmaktan çok, kendi dünyalarının, kendi medeniyetlerinin üstünlüğünü kabul ettirmek istiyorlardı. Evet ama az çok rasyonel bir temele de dayanmak zorundaydılar. Bu temel, toplum içinde yaşayan insanın ayniyetidir. Morgan, «Eski Toplum» adlı eserinin ilk sayfalarından itibaren şöyle der:«insanoğulları aynı babanın çocuklarıdır, aynı ilerleme konaklarında aynı ihtiyaçları duyarlar, aynı sosyal şartlar”içinde kafalarının işleyişi de aynıdır.» Avrupa, bir yandan böyle derken, bir yandan da ilkel dediği kavimleri insafsızca kırıp geçirir. Şimdilik bu çelişkinin altını çizmekle yetinelim. Evrimcilik, insanın değerini tarihe dayanarak verir. Tarih, insanoğlunun kucağında yaşadığı tekdüze bir ortamdır. Gerçi, Comte’un Spencer’in Marx’ın tarih anlayışları birbirinden çok farklıdır ama hepsi de insanın birliği inancına dayanır. İnsanlar arasındaki farklar belli bir tarihî durumun eseridir. Bütün toplumlar aynı aşamalardan geçerler. Tek yönlü evrimciliğin anahtarı bu tarihi aşamalar yahut evrim aşamaları kavramıdır. Belli şartlar içinde ve belli bir coğrafyada bir araya gelen insanlar belli iktisadî, sosyal ve kültürel bütünler yaratır. Antropolojiye göre, medeniyetleri yaratan, maddî istihsal münasebetleridir. Her toplum belli bir anda, teknik ve ekonomik bir aşamayı temsil eder. İnsanlar hayvanca bir kalabalıktan yabaniliğe, yabanilikten barbarlığa, barbarlıktan medeniyete geçerler. Sanayi devrimi çağında, evrim merdiveninde yükseliş ölçüsü: teknolojidir. Zeka ilkelde de, barbarda da, medeni insanda da var. Bunun içindir ki insanlık, benzer şartlar içinde, aynı aletleri ve araçları yaratabilmiş, benzer müesseseler kurabilmiştir. 18. asır, Avrupa’nın inançlarına ters düşen herşeye, bâtıl inanç diyordu. Yeni antropoloji için, bunların hepsi de belli gelişme derecelerinde izahı yapılabilen alışkanlıklardır. Bugün bize saçma gelen bir çok âdetler, kaybolan bir toplumdan kalma artıklardır.

Geri kalmış ülkeler için rahatlatıcı bir ideolojiydi bu. Nasıl olsa onlar da kalkınacak, onlar da ayni istasyonlardan geçerek, batının refah seviyesine ulaşacaklardı. Yapılacak iş, sabır ve tevekkül içinde tarihin akışını beklemekten ibaretti. Evrimci antropoloji ile muarefeleri olmayan Cumhuriyet sonrası aydınlarımızdan bir çoğu Avrupa’nın sunduğu bu teseliyetkâr düşünceleri, tarihi maddecilik adı altında kolayca benimsediler. Fakat sömürgecilik düzeni yine de çöküyordu, hiç değilse Avrupa ilminin namusunu kurtarmak, kıtanın entellektüel hâkimiyetine gölge düşürmemek lazımdı. Bu sefer de fonksiyonalizm imdada yetişti…

Denildi ki eskiden antropolog kütüphanede çalışan soyut bir nazariyeci idi, alan araştırıcısı ise bir bilgi sağlayıcısı. Oysa şimdi antropolog, hem alanı inceler, hem de kendine özge kavramlarla alanın tasvirini yapar, yani hem araştırıcıdır, hem nazariyeci. Çağdaş antropolog, Viktorya dönemindeki meslektaşları gibi sömürgeciliğin destekleyicisi değildir, daha geniş, daha cihanşumül değerlere gönül vermiştir. Fonksiyonalizmin kurucuları için Avrupa, insanlığın bütünü olmadığı gibi en mükemmel temsilcisi olmak vasfından da uzaktır. Bir Malinowski’yi, bir Radcliffe-Brown’u hatırlayalım.

Malinowski’ye göre, antropolojinin amacı, yalnız başka kültürleri nazari planda sigaya çekmek değil, Avrupa medeniyetini de yargılamaktır. Şöyle der; «İnsanları robotlaştıran teknik terakkinin, insan dışı ve çılgın mahiyetini vurguladım diye karamsarlıkla suçlandım, iyi ama bir çoğunuz benim gibi düşünmüyor mu? Modern makinalaşmanınamaçsız hamleleri bütün ruhî ve sanatkârane değerler için bir tehdit değil mi? … Antropoloji, hiç olmazsa benim için, standartlaşmış medeniyetimizin dışına kaçıştır, bir nevi romantik kanat açıştı.»

Viktorya dönemi için antropoloji, medeniyet öncesi toplum biçimlerinin incelenmesi idi, amaç bu toplumları modern dünya ile kaynaştırmaktı. Malinowski için mesele çok daha çapraşık;  antropoloji batı kültürünün bambaşka kültürlerle teması sonucu doğmuştur, bu başkalık çabucak giderilebilecek mahiyette değildir. Böyle bir karşılaştırmanın nazari ifadesidir antropoloji ve önceleri bilimsel değildir. Antropolog, karşılaştırmalı frenskler çizeceğine, uzun zaman «alan»da yaşamalıdır, toplumu «içerden» anlamanın tek yolu bu. Eskiden bunun tam tersi olmuş, Frazer, totemizm üzerine oniki ciltlik bir deneme yazmış: «Altın Dal». Üstada sormuşlar: gidip gördünüz, mü yabanileri? ‘Ne münasebet’ demiş, ‘Allah saklasın. Bir başka antropologa (Lowie) sorarsanız, evrim aşamalarının tek çizgi halinde birbirini izlediği, palavradır. Gerçeği inceleyenler bilirler ki, sosyal gelişme hep aynı çizgiyi takip etmez, çeşitli ırklar çok eskiden ve hızla başka başka istikametlere yönelmiş ve birbirinden ayrılmıştır.

Her alanda basitten çapraşığa, insan topluluklarında ise aşağı düzeyden üst düzeye geçildiğini ileri süren nazariye hiç bir esasa dayanmıyordu, demek. Şu halde Avrupa’nın üstünlük iddiası da lâftan ibaretti. Bir toplumun teknik ve ekonomik alanda daha ileri olması, sosyal ve ahlaki bakımından da ileri olmasını gerektirmez. «İktisadî kalkınma gerçekleşince toplumun üyeleri arasında daha kâmil münasebetler kurulmaz mutlaka. Ne bilgelik artar, ne adalet şuuru. Belki aksi olur, zira (iktisadî gelişme ile insanın insanı sömürmesi daha da keskinleşir.» Kısaca, toplumların ilerleyişini yalnız ekonomik ve teknik seviyeye, başka bir deyişle, altyapıya bakarak değerlendiremeyiz. Daha doğrusu tek ölçü bu değildir. Medeniyetin bütün alanlarda üstünlüğü diye bir şey olamaz, olsa olsa teknolojik bir üstünlük, tabiat üzerinde egemenlik söz konusudur.

Çağdaş antropolojiden çok şeyler öğrenebiliriz ama hep ihtiyatlı olmak, iddiaların arkasındaki gerçek maksatları gözden kaçırmamak, Avrupa’nın her ileri sürdüğünü mutlak hakikat saymamak, hatta bunun tersine düşünmek şartıyla. Antropoloji İslâm dünyasını ciddi olarak ele almamıştır, alamaz da. Fakat çağdaş ilmin bütün buluşlarından yararlanmak İslâm dünyasının yan çizemiyeceği bir görevdir. Unutmayalım ki, hikmet müslümanm kaybedilmiş malı. Çağımız ilmi de, hikmetin bir parçası olduğu ölçüde dikkatle incelenmelidir.

Cemil MERİÇ

Tüm Gönül Dostlarıma Sevgilerimle

SufiCan

 

Balkan Harbinde Neden Mağlup Olduk

balkan-harbi

Balkan Harbinde Neden Mağlup Olduk

Şüphe yok ki uğradığımız felaketin pek çok ve çeşitli nedenleri vardır. Biz bu nedenleri cins cins ayırarak her biri hakkında genel değerlendirmelerde bulunacağız. Bin nasihate nisbetle bir felaket üstündür. O halde felaketimizden uyanmış olmamız gerekir. Bunun için felaket sebeblerini tetkik etmeli. Biz bilhassa şu son asırda misilsiz felaketlere, mağlubiyetlere uğradık. Fakat hiç birinden ders almadık. Bunun nedeni felaketlere yol açan etkenleri inceleyip serbestçe meydana koyamamaktan ibarettir.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Rilke ve Hz Muhammed

Untitled-1741

HZ MUHAMMED VE RİLKE

Asıl adı “René Karl Wilhelm Johann Josef Maria Rilke” olan Rainer Maria Rilke, 4 Aralık 1875’te Böhmen’in Avusturya-Macaristan’a ait olduğu zamanlarda Prag’da doğdu. Zayıf karakterli ve hiçbir şeyden memnun olmadığı söylenen babası askerî kariyerini tamamlayamadı ve demiryolları memuru oldu. Annesi Sophie bir fabrikatör kızıydı ve etrafındaki insanlara hükmetmeyi seviyordu. Aradığı sosyete hayatını bulamadığından 1884’te kocasından boşandı.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Kara Bilim Teknolojisi Haarp

haarp

Kara Bilim Teknolojisi Haarp

İkinci Dünya Savaşından sonra, bugünlere kadar gelen süre içerisinde, çeşitli çevrelerde en çok tartışılan konulardan biri “kara bilim” oldu. “Kara bilim” basta ABD olmak üzere büyük devletlerin, dünyayı kendi hegemonyaları altında tutabilmek için yaptıkları bilimsel-teknik araştırmalara ve üzerinde çalıştıkları çeşitli projelerin toplamına verilen ad. Bu projeler büyük ölçekli ve büyük bütçelerle yürütülen, gizli veya yan gizli projelerdir. Saldırı/savunma silahları üretimi, gözetim sistemleri ve düşünce kontrolü üzerine yapılan çalışmalar, doğayı manipüle etme amaçlı araştırmalar, bu projelerin içeriğini oluşturur.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Bizim Çocuklar Neden Okumaz?

Untitled-112

BİZİM ÇOCUKLAR NEDEN OKUMAZ?

 

Okumayan bir toplumuz, sanatçımız, teknokratımız,bürokratımız, hekimimiz, yargıcımız, öğretmenimiz, işadamımız,askerimiz, sivilimiz, dahası bilginlerimiz ve de maalesef öğrencilerimiz hep az okuyor. Üniversitede önerdiğim en kısa makaleleri bile öğrenci çoğunluğu tarafından pek iltifat görmediğini söyleyebilirim.

Üniversite koridorlarında boş gezinen ve çene çalan öğrenci kalabalığı, sınırı Balkanlarda başlayan manzaradır zaten. Öğrencilerin kitap okuma alışkanlığı yoktu, kitabı kullanmayı da pek bilmiyorlardı. Bir konuyu veya deyimi aramak için, kitabın indeksine bakıp ilgili sayfayı bulmak ve gerekli bilgiyi edinmek, açık kitap sınavlarında bile beceremedikleri bir işti. Çoğun kalabalıkça bir sınıfta klasiklerle ilgili sorular cevapsız kalıyordu. Niçin okumuyorsunuz sorusuna, “kitap pahalılığı, vakit yokluğu veya iyi beslenememe, gürültülü yurt ve yatakhane” gibi yürek parçalayıcı cevaplar da veriliyordu.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Bilginin Yararı Bilgisizliğin Zararı

Untitled-1

Bilginin Yararı – Bilgisizliğin Zararı

Benim sözlerimin temelinde bilgi vardır. Ey dost sen de
gönlünü bilgi sahibi kişilere bağla. Mutluluğa giden yol bilgi
ile bulunur. Mutluluğa ulaşabilmek için sen de bilgi edin.

Bilgili insan, değerli para gibidir. Cahil ve bilgisiz insan
ise değersiz bir puldur. Bilgili ile bilgisiz denk olur mu? Nice
bilgili kadın, bilgi sayesinde erkekten üstün; nice bilgisiz erkek,
kadından daha zayıf kaldı.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Freud’un Jung’a İtirafı

Untitled-1

Freud’un İtirafı

“Freud’un bana: ‘Sevgili Jung, cinsellik kuramından hiçbir zaman vazgeçmeyeceğine söz ver. Bu çok önemli. Bunu aşılmaz bir kale, bir dogma haline getirmemiz gerekli’ dediğini çok iyi anımsıyorum. Bu sözleri, bir babanın oğluna, ‘Bana tek bir söz ver oğlum. Her pazar günü kiliseye gideceksin’ dediği gibi büyük bir duygusallık içinde söylemişti. Biraz şaşırarak, ‘Neye karşı bu kale?’ diye sormuştum. Bu sorumu, ‘Kara çamur seline karşı’ diye yanıtlamış, sonra da, biraz duraksayarak, ‘Doğaüstü güçlere karşı’ diye eklemişti. Özellikle, ‘Dogma’ ve ‘Kale’ sözcüklerinden kaygılanmıştım çünkü bir ‘Dogma’, o düşünceye duyulan kuşkuları bir kalemde silmek amacıyla kurulan ve tartışmaya açık olmayan bir inançtır ve bu inancın artık bilimsel değerlendirmeyle bir ilgisi kalmaz; bireysel bir güç dürtüsüne dönüşür”

Carl Gustav Jung

Tüm Gönül Dostlarıma Sevgilerimle

SufiCan

https://tasavvufvebilim.wordpress.com/

 

Bana Kuantum Fiziğini Anlat

pq3

Bana Kuantum Fiziğini Anlat

  • 1. Temelde kuantum denen şey aynı anda hem dalga hem parçacıktır.
  • 2. Fakat ölçmeye veya gözlemlemeye kalkarsanız ya dalgayı ya da parçacığı bulursunuz. İkisi aynı anda saptanamazlar!
  • 3. Dalga ve parçacığı aynı anda net bir şekilde saptayamama durumu, Heisenberg’in ünlü belirsizlik İlkesinin özüdür.

Bu olgu, tıpkı koca bir kazan çorba içindeki şeyler gibi, hiçbir şeyin sabit ve tam ölçülemediği, belirsiz sanki hayaletvari, kolay kolay anlaşılamayacak olma olgusunu Newtoncu determinizmdeki her şeyin sabit, belirli ve ölçülebilir olma olgusunun yerine koymuştur.

  • 4. Bu durumda ya elektron parçacık konumundaysa onun kesin durumunu, ya da dalga konumundaysa momentumunu (hızını) ölçebiliriz. Gerçeklikle ilgili her şey bir olasılıktır ve öyle kalmaya da mahkumdur.

Örnek: Dalgınlık anlarımızda birbirine bağlı birçok his bazen görüntü oluşur, bunların ayırımına varamayız, öylesine geçerler. Gözümüz dalmıştır sanki. Bir düşünceye odaklandığımızda ise yalnızca o düşünce oluruz. Bir yandan düşünüp bir yandan dalmamız mümkün değildir. Düşünmeye başladığımız anda dalga hareketi çöküşe uğrar.

Bu yazının geri kalanını okuyun

Medya ve Kutadgu Bilig’de Töre

Adsız123

Medya ve Kutadgu Bilig’de Töre

Benim tebliğ konum Medya Ve Kutadgu Bilig’de Töre başlığını taşımaktadır. Medyada Töre dendiğinde karşımıza çıkan belli başlı konular: Başlık parası, kan davası, kız kaçırma, silah sevgisi, kabadayılık, Cumhurbaşkanı adayı dövme, çok eşlilikten kaynaklanan problemler… gibi başlıklar taşıyor. Ve yayınlar aleyhte cereyan etmektedir.

Pekiyi Töre gerçekten takdim edildiği gibi cehalet ve taassub mahsulü yanlış görenekler midir? Toplumda asırlık eğitim- öğretim ihmallerinden dolayı hayat alanı bulabilen gayr-ı ilmî ve gayr-ı medenî her türlü davranışa Töre demek doğru mudur? Töre nedir?

Bu yazının geri kalanını okuyun